Biz pek fark etmesek de son bir aydır dünyanın gündeminde
ABD’deki kuraklık var. Aşırı kuraklık soya ve mısır üretimini olumsuz
etkiliyor. Bu haberler de ürün fiyatlarını tavana taşıyor. Soyanın tonu 790
dolara kadar tırmanmış durumda.
Türkiye, 4 milyon tonluk mısır üretimiyle neredeyse
ihtiyacını kendi karşılar düzeye ulaştı. Ancak soya için aynı şeyi söylemek
zor. Yıllık 1.2 milyon ton soya tüketiminin 1.1 milyon tonu ithalat yoluyla
karşılanıyor. Oysa topraklarımız soya üretimine uygun. Buna karşılık yıllık
soya üretimimiz 100 bin ton civarında. Bu yıl ise 120 bin ton rekolte
bekleniyor. İşte tam da bu noktada soya üretiminin önemi öne çıkıyor. Bu alana
yatırım yapacak çiftçiler için cazip fırsatlar söz konusu.
5 BİN YILLIK DEĞER
“Sarı altın”, “asrın bitkisi” gibi yakıştırmalara konu olan
soya, temelinde bir yağ bitkisi. Ancak yağın yanı sıra 400’ün üzerinde gıda ve
içecek maddesinde kullanılıyor. Un, süt, yoğurt, peynir, dondurma, dondurma
külahı, pasta, yem, yeşil gübre, kemiksiz et, kahve, salça, alkol, ekmek,
makarna, tarhana, leblebi ve çocuk maması bunlardan bazıları… Hatta ilaç, boya,
kağıt, sabun, lastik ve plastik maddelerde de kullanılıyor.
Soyanın anavatanı Uzakdoğu ülkeleri. Yaklaşık 5 bin yıl önce
Doğu Asya ovalarında keşfedilmiş, Asya halkının beslenme alışkanlığını
değiştirmiş. Çeltik (pirinç), buğday, arpa ve mısırla birlikte Çin halkının beş
kutsal tarım ürününden biri olarak kabul görmüş. Doğu Asya ülkelerinin en
önemli tarımsal ürünlerinden biri olmuş. Zamanla tüm dünyada yaygın olarak
üretilir hale gelmiş.
Halen ABD, Brezilya, Arjantin ve Çin dünyanın en büyük soya
üreticileri. Toplam dünya üretimi ise 260 milyon ton. Peki dünyada bu kadar
yaygın üretilen bir üründe biz neden yüzde 95 oranında dışa bağımlıyız? Bizde
de bu ürün üretilebilir mi? Bu sorulara yanıt ararken karşılaştığımız tabloya
hem şaşırdık hem üzüldük…
FABRİKASI BİLE KURULMUŞTU…
Aslında soya üretiminin geçmişi ülkemizde de oldukça eski.
İlk üretim 1940’lı yıllarda Samsun ve Doğu Karadeniz’in bazı kesimlerinde
yapılmış. Bugünlerde sel altında kalan Çarşamba ve Bafra ovaları geçmişte ciddi
soya üretimine ulaşmış. Bölgede üretilen soya, Çorum fasulyesi ya da şeker
fasulye olarak halk arasında ün yapmış. Hatta Sümerbank, 1957 yılında Ordu’ya
soya yağı fabrikası bile kurmuş. Yıllık üretim 1980 öncesinde 250 bin tona
kadar ulaşmış. Ancak zaman içinde çay, tütün, mısır ve fındık bölgede daha iyi
para kazandırınca soyadan uzaklaşılmış. Karadeniz’de azalan üretimin yeni
merkezi Çukurova olmuş. Halen soya Karadeniz, Trakya, Marmara ve Orta Anadolu
bölgelerinde ana ürün; Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ana ürün
veya buğday sonrası ikinci ürün olarak ekiliyor.
“PAZAR SIKINTISI ÇÖZÜLMELİ”
Soya konusunda en kapsamlı çalışmaları BATEM (Batı Akdeniz
Tarımsal Araştırma Enstitüsü) yürütüyor. Soya üretiminin yaygınlaşması için
tohum geliştiriyor. BATEM’de soyayla ilgili çalışmalarıyla öne çıkan ziraat
mühendisi Mehmet Kocatürk, bu ürüne ilginin son yıllarda gözle görülür şekilde
arttığına dikkat çekiyor. Soyanın en iyi ikinci ürün ol-unnHiMuittjiMMN duğunu
vurgulayan Kocatürk, “Son zamanlarda devlet destekleri ve akılcı politikalarla birlikte
yeniden üretim artmaya başladı” diyor. Ancak Mehmet Kocatürk, üreticinin pazar
sıkıntısına çözüm bulunması gerektiğini belirtmeden geçemiyor.
Soya üreticilerinin en büyük sorunu pazarlama. Alıcı
kuruluşların ilgisi yetersiz.
Üretici satacak yer bulamıyor. Piyasa genelde ithalat
ağırlıklı. İç piyasadan alımlar olursa üretim de aynı ölçüde artacaktır.
Mısırın yetiştiği her yerde soya yetişebilir. İklim anlamında bir sıkıntı yok.
Pazar oluştuğu anda ciddi üretim rakamları yakalanabilir. Toprak Mahsulleri
Ofisi’nin soya alımı için bir çalışması olduğu konuşuluyor. Çeltikte “ithal
ettiğin kadar yerli alacaksın” şartı var. Bu sayede çeltik üretimi ülke
ihtiyacını karşılar düzeye geldi. Aynı model kademeli olarak soyada da
uygulanabilir. Böylece ithalata giden 1.5 milyar dolar ülkede kalmış olur.
Dünyada üretilen soya genelde GDO’lu. Türkiye’dekilerse
GDO’suz. Bu ayrıntı çok önemli. Bu alana yatırım yapacakların uzun vadede karlı
çıkacağı görülüyor. Kısacası soyanın geleceği parlak. Üretici gelecek planlarında
mutlaka soyayı da düşünmeli.
MISIRDAN VAZGEÇTİ
Adanalı çiftçi Nur Özkan, 2 bin dönüm arazisinde narenciye,
mısır, pamuk, yaş sebze ve buğday üretiyor. “Mısır kraliçesi” olarak da anılan
Özkan, üç yıldır soya üretimine ağırlık vermeye başlamış. Her yıl soyanın
payını artırdığını söyleyen Özkan, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Daha önce ağırlıklı olarak mısır üretiyordum. Son üç yıldır
soyaya ağırlık verdim. Hem devlet destekleri daha iyi hem de toprak için daha
uygun bir ürün. Buğdaydan sonra ikinci ürün olarak tercih ediyoruz. Kazancından
memnunum. Mısıra göre daha az zahmetli. Gübre ve su isteği daha az. Hatta
tarlanın verimini artırıyor. Son yıllarda verilen teşvikler nedeniyle mısır ve
pamuk alanlarının yerini soya almaya başladı. Ancak çiftçi alışkanlıklarından
kolay vazgeçemiyor. Mısırdan hemen vazgeçemiyorlar. Ben bu yıl 500 dekar soya
ektim. Seneye bunu 750 dekara çıkaracağım. Bu alana yatırım yapan çiftçi
zararlı çıkmaz.”
Soyayı kullanan sanayici de içerideki üretimin yetersizliği
nedeniyle ithalata bağımlılıktan şikayetçi. Ada-na’da faaliyet gösteren Sunar
Yağ’ın sahibi Hüseyin Çomu, yerli soya da aldıklarını söylüyor. Çomu, “Çiftçiye
soya ekimini tavsiye ediyoruz. Tarımın stratejik önemi gereği Türkiye ihtiyaç
duyduğu emtiaların tamamını üretebilmeli” diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder